Your browser version is outdated. We recommend that you update your browser to the latest version.

BUNUN İÇİN SANATÇIYIM

Yüreğimi her seferinde sıkıştıran şey, yapmak istediklerim için zamanımın yetmeyeceğini bilmemdir. Dünya saatinin ömür denilen küçüçük dilimine tutsak olmak büyük haksızlık doğrusu.  Ernst Powenz’in, “Saati olmayan birinin zamanı boldur” sözüne bile kanmıştım bir zamanlar. Fırlatıp atamayacağım, benimle birlikte yaratılmış saatlerin farkına varmam çok sürmedi. Bu doğuştan saatler, organizmanın doğasından, evrim boyunca güçlenerek sürdürdü “tiktak”larını. Aydınlığın karanlığa dönüşmesiyle burkuldum hep. Her türün kendine uygun kuytularında, birbirleriyle hiç de çalışmayan mekan ve zamanla programlanmış yaşam. Evrimin organizmaları, çevreye denk düşen bir zamanla donatılmış.

 

Zamanın ne olduğunu çok düşündüm. Einstein’in “Relyativist” Heidegger’in “Varlığın ufku” zamanlarımı karşı karşıya koydum. Bu bilgi kuramsal ve ruhbilimsel iki zaman anlayışı da, kendini dünya anlayışının Merkezi durumunda görüyor. Kuşkusuz düşüncenin çıkış noktalarının kaçınılmaz sonucudur bu. Ama, benim “zaman nedir?” sorumu yanıtlamıyor.

 

Kant: “Zaman iç algılama biçiminden başka bir şey değildir.” diye anlatıyor. M. Eigen ise: “Başımıza pek çok şey geldiğinde, bizde eksik olan şeydir.” şeklinde tanımlıyor zamanı. Aristoteles: “Zaman, hereketin önceye ve sonraya göre ölçüsüdür.” diye anlatıyor. Kuşkusuz psikokolojik açıdan, zaman kavramı duygu kökenlidir. Varoluş boyutunda görev, umut, dert olarak çözümleniyor. Sanırım zaman kavramının kesin varoluşu, ölümün getirdiği deneyimler olsa gerek. Gelecek bunun için tüm düşüncelerin merkezini oluşturuyor. Heidegger’e göre de böyle. O, “Zamansallığın kökeninde yatan primer fenomen gelecektir.” der. Evet, insanın bilinci olmasaydı zaman olabilir miydi? Newton’un, “düzgün biçimde akmakta olan, mutlak zaman, matematiksel olan zamandır.” ya da, Leibriz’in bu dümdüz tanıma karşı çıkan, “Uzay ve zaman Tanrı’nın birer ideası olmadıkları sürece cisimler bağımsız olarak var olamazlar.” deyişi, H. Minkowski’nin “Tek başına uzay ve tek başına zaman, birer gölgeden başka bir şey değildir.” savı bana, zamanın tanımını bulamayacağını anlatmaya yeterli görünüyor.

 

Çok yakın zamanda ortaya çıkan, genç evren tanımıyla, evrenin deneyimlerimizle saptanan yaşı karşı karşıya gelince, algılama düzeyimin, uzun ve kısa kavramlarının ne kadar minimal olduğunun, yalnızca bir insan olduğumun farkına vardım. Duyu organlarımızla yeterince belirginleşebilen ölçüde “hızlı” olabiliyor olaylar. Merkezi sinir sistemimizle geçmiş ve gelecek ancak sezgisel olarak ayırdedebiliyoruz. Evet, sonuçta saat denilen mekanizmayı biz yaptık. Onu, soldan-sağa değil de sağdan-sola döndürmek bizim elimizde. Ama bu ters akış da zamanı etkilemiyor. Çünkü güçlü zamansallık fenomenine, en başta, canlılığın kökeninde rastlanıyor. Kendini yeniden üreten evrim süreci tarihsel bir yol çiziyor geleceğe ve onun bünyesindeki zamansallık, kendini daha güçlü bir biçimde örgütlüyor. Zaman boyutu da geleceğe açılıyor durmadan.

 

Dünyayı yorumlamanın, zamanı anlamanın bir insanın bakış açısı çerçevesinde olması kabullenemiyorum bir türlü. Kendimizi bu dar çerçevenin dışına taşırmamız haksızlık değil de ne? Sanırım bütün bu engel ve sınırları ayıklamak, onları yönlendirmek bize düşer. Ancak böyle kavrarız dünyayı, ancak böyle ulaşırız özlenen geleceğe. Çünkü doğanın kavranması için, zaman temel bir kavram olamaz. Zaman yalnızca duyumsanabilir. İkincil bir kavramdır ve siz zamanın neresinde olduğunuzu düşünüyor ya da duyumsuyorsanız o zaman “artı” ya ulaşırsınız.

Sorumluluklarını, eğlencelerini, iletişimlerini takvim ve saatlere göre ayarlayanlara gıpta ediyorum doğrusu. Onlar için zamanla birlikte yaşamak hiç de sorun değil gibi görünüyor. Kendi adıma, geçmiş, şimdi ve gelecek kavramlarını zamanımdan çıkarıp atmam olası değil ve benim zaman kavramımdaki sorunsallıkların da kaynağı bu. En azından benim “şimdim”, uzamsız sayılan, sınıf noktası. Geleceğim ise çok yakında geçmişim olacak. Gelecek kavramı giderek inşa olan evrensel bir koordinatla şifrelenip insan içine gömülen kavramdan çok farklı. Ben evrim süreçlerinin üstündeki bir zamandan yanayım. Dünyanın maddesel karmaşıklığı içine gömülmüş koordinatlardan yana değil. İşte bunun için sabırsızım ben. Bunun için aceleciyim yaşamak adına ve bunun için sanatçıyım.